Pazartesi, Nisan 16, 2012 | By: Unknown

Ben, Sen ve O



      Biliyormusunuz Ayşe teyzenin büyük kızı mini etek giymiş, Ercan amca bakkaldan bira alırken görülmüş, Haydar abinin kızı bir oğlanla el ele geziyormuş mesela duymayanınız varmı? Mualla abla başı açıkmış, Hüseyin karısıyla kavga etmiş, 1 yıllık evli Ayla ile Mehmet'in çocukları olmuyormuş sanırım haberiniz varmı? Evet evet 1 yıllık evliler ve çocukları olmuyor şaşırmadınız mı? Ben çok şaşırdım vallaha! Cenk bey karısını aldatıyormuş. Başımıza taş yağacakmış. Evet ülkemizde bir çok mahallede bir çok semtte konuşulan konular bunlar... Diğerlerinde de konu şöyle. Ayyhhh biliyormusunuz Mükerrem başını örtüyor. Şu yeni komşu adı neydi Mualla'mı ne işte o da 4. çocuğa hamileymiş. Kocası izin vermeden çıkmazmış dışarıya. Süleyman bey alkol almıyormuş. Geçen gün ısrar etmişler içmemiş. Oğulları Berk'in hiç sevgilisi olmamış mesela.





      Bu konuşmalar öyle çok ki... Uzayıp gidiyor. İnsanın kendini diğerinin yerine koyamamasından mı bilmiyorum. Yolda giderken bile yanınızdaki insandan duyabiliyorsunuz bu sözleri. Mesela bir gün otobüs beklerken sigara içen ve kendini modern sanan bir kadın yanımda ön sıralarda bekleyen bir türbanlı bayana "ayhh şuna bak yaz günü sarılmış sarmalanmış pis şey türbanda neymiş" dediğine bizzat şahit oldum. Ya da bir çok kez "bak kıza askılı giymiş/ kısa etek giymiş" dendiğine şahit oldum. Hoş çok değil 25-30 sene önce pantolon giyen kadınlara sokakta dayak atıldığı da olmuş bu ülkede de. Yine de yadırgıyorum. Neymiş ramazan ayında içki içiyormuş ne ayıp! Peki ramazanda içmeyip ramazandan sonra içmek de bir sakınca yokmu mesela? Aklıma ilk bu soru geliyor?

     İnsanların artık modern adıyla "mahalle baskısı" dediği bu saçma şeyi anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Aslında şunu anlıyorum her zaman insanın kendisinin yapmadığı bir şeyi diğerinin yapması ters geliyor. Sanırım bu insanoğlunun doğasında var. Herkes aynı ahlaki düzeyi, herkes aynı dini sahiplenmişliği, herkes aynı yöntemleri benimsemeli diye düşünüyor sanırım. Ama atladığımız bir şey de varki insan değişen ve gelişen bir canlı.
 
    Türkiye'de bu kadar sık yaşanan bu konunun diğer bir kısmıda ilgimi çok cezbediyor benim. Ülkemizde başkasının işine burnunu sokmak bu kadar ağır bir şizofren halindeyken sevdiğimiz yakınlarımızın, televizyonda seyrederken beğendiğimiz ünlülerin, yöneticilerin, işadamlarının yaptığı yanlışlar sonucu cezalandırılmalarını da kabullenemiyoruz. Mesela sürekli açık giyinen zamane gençliğine başımıza taş yağdıracak diyen amcanın oğlu uyuşturucu kaçırırken yakalandığında "kader mahkumu" denmesi ne kadar ilginç değilmi? (!) Dini kişilikler olduğunu sanan insanlardan oluşan bir ailenin oğlu "namus" için adam öldürünce "ailesinin aslanım demesi" ne kadar garip değilmi? Çünkü islamiyetin en keskin kurallarından biridir. "Öldürmeyeceksin! Bir insanı öldürmek, tüm insanlığı öldürmek kadar günahtır" diye yazar Kuran-ı Kerim'de.  Ama sorsan namus için öldürdü denir sanki kategorisi var insan öldürmenin. Zaten öldürene sorsan illa bir bahanesi olacak;
 A) namus davası
 B) kan davası
 C) canım sıkkındı, sarhoştum hatırlamıyorum
 D) zevkine...
                           Böyle saçmalık mı olur. Ülkemizde tutarlı davranan çok az insan var. Söyledikleriyle yaptıkları bir olmuyor asla. Herkes hırsızlıkla ilgili sürekli laf söyler. Ama bir çoğu ya kaçak elektrik kullanır yada vergi kaçırır. Göz hakkı deyip komşunun bahçesine dalar mesela ağacın yarısı gözünü doyurmadığı için hakkını almadan çıkmaz oradan. Peki türban takmadığı gerekçesi ile herkesi eleştiren; ama şehir dışına tatile gittiğinde mayo, bikini giyene ne demeli? O kadar çok ki örnekleri insan ömrü yetmez anlatmaya. Mesela yine aklıma geldi kumar oynamak sevilmez toplumumuzda ama sayısal loto, milli piyango, iddaa bayilerinin önünde kuyruklar olur. İçki günahtır, ama en çok sigara ve içki tüketenlerdeniz dünyada...
   
     Yıllardır süregelen bu başkasını eleştirme ama kendimize bakmama alışkanlığından vazgeçemiyoruz. Bir türlü herkesin kendinden sorumlu olduğu gerçeğini kabullenemiyoruz. Kimsenin vicdani sorumluluğunu kendisine bırakmıyoruz. Bunu söylerken illa dışardakine değil kendi aile içimizde bile yaşayamıyoruz bunu. Anneler kızlarına ne kadar çok karışırlar ve ne kadar çok hayal kırıklığıdır baba için oğlu. Kendisi ilkokul mezunu olan anne-baba' nın oğluna üniversiteyi kazanamadığı için kızması o kadar eğreti gözüküyor ki...
 
    Sonuç olarak o kadar çok çekmişiz ki bu farklılıklardan sürekli bir mücadele halindeyiz. Nasıl kurtulunur bilmiyorum bunu bir kanunla, yasayla yapamıyacağımıza göre belki "eğitim" çözer bu konuyu ama kafa yapısı eğitimi nasıl yapılır, kim yapar bilmiyorum :)

   Bu arada duydunuz mu bilmiyorum ama Ajda hanım geçen tüpçüyü eve almış. :)

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara